12/27/2009
Kar; yağ.
12/19/2009
30 Seconds to Mars - This is War
30 Seconds to Mars, Virgin EMI’nin açtığı 30.000.000 $’lık davanın eşiğinden döndükten sonra This is War isimli albümle yıllar süren hasretime son vermiş bulunmakta. Fanların gönderdiği fotoğraflardan oluşturulmuş 200.000 farklı albüm kapağı olan, fanların seslerini albümde koro olarak kullanıldığı, yer yer felaket tellallığı yapan, yer yer bunu beceremeyen, epey kötü eleştiriler alan ve almaya devam eden bir albüm söz konusu.
This is War nasıl bir albüm olmuş, bundan bahsetmeden önce grubun önceki albümlerinden bahsedelim biraz. 2002 yılında grupla aynı isimli çıkış albümlerinde post apokaliptik bir hava, science-fiction soslu bir tema ve sound vardı. Capricorn (A Brand New Name), Edge of the Earth ve Echelon gibi inanılmaz parçalar vardı. Bu albümden üç sene sonra çıkan A Beautiful Lie isimli albüm grup biraz daha emo-kid, biraz daha ibiş, biraz daha saçlarından dolayı tek gözü görünmeyen insanlara dönüştüler A Beautiful Lie, From Yesterday, The Kill gibi başyapıtlara imza attılar. Sadece şarkılarla değil, Jared’in inanılmaz dehasından fırlayan video kliplerle de akıllara kazındılar. Epey de ekmeğini yediler. Peki bence This is War bu ekmeğe yağ + bal mı sürüyor, yoksa çöpe atıp yerine ekmek kızartma makinesine yenilerini mi koyuyor ona bakalım.
Escape isimli intro ile başlıyor albüm. Monklardan, Jared’in albüme dair bir introduction’ından ve fanların albümün başlığı haykırmasından ibaret bir intro. Eğer konser girişi kafada canlandırılırsa muazzam olduğunu düşünebiliriz. Canlı performanslar için yazılmış diğer şarkılar This is War, Kings and Queens, Hurricane, Closer to the Edge ve Night of the Hunter. Bu şarkılara daha ikinci dinleyişimde eşlik etmekten kendimi alamadım. 1000 Suns’ın da sözlerini yazmak istiyorum. Kimilerine çok corny gelebilir ama sözleri her duyduğumda bebeğini ilk kez bir yere tutunmadan adım atarken gören bir anne gibi sevinçle doluyorum. Ben de böyle klişe bir insanım işte napalım:
I believe in nothing
Not the end and not the start
I believe in nothing
Not the earth and not the stars
I believe in nothing
Not the day and not the dark
I believe in nothing but the beating of our hearts
I believe in nothing
Not in sin and not in god
I believe in nothing
Not in peace and not in war
I believe in nothing but the truth who we are
Çok teenage öfkesi gibi görünse de benim tam da böyle hissettiğim bir dönemde Jared Leto’nun böyle sözler yazmış olmasına başka bir tepki veremiyorum haliyle; otobüsün camından göklere bakakalıyorum. Gerçi bu tarz sözler diğer şarkılarda devasa çelişkiler içeren bir şekilde geri dönüyor. ‘Bunu yazan Jared, bunu nasıl yazmış olabilir peki ?’ demek mümkün, ama böyle bir çelişkinin olmayacağına dair bir yemin yok ortada. İnsanoğlunun en büyük vazgeçilmezi çelişki değil midir? Çelişmek iyidir. This is War’da da bunu dibine kadar hissetmek mümkün. Çıkış albümlerindeki mantığa geri dönüş niteliğinde bir Stranger in a Strange Land yazıp ultra şeytani sözler döşeyebilir, ondan sonra ‘savaşa gidiyoruz gençler, gidiyoruz buralardan, insanoğlunun dönemi sona erdi’ gibi cümleleri gaz vermeden, dibe vurmuş ve pişman bir şekilde söyleyebilir, Closer to the Edge’de nakaratın müthiş bir gazıyla o an yaptığınız manasız işi bırakıp Galata Köprüsünde çıplak ayakla koşmaya itebilir, Hurricane'de son dönemlerin en popüler ismi Kanye West'i barındırıp soru işaretlerine boğabilir, Alibi gibi bir şarkıda sadece Jared Leto’nun vokal iniş çıkışlarını ne kadar çiğ ve net ve muazzam yaptığını göstermek isteyebilir, dünyanın en önemli grubuymuş gibi davranıp –tıpkı M.Night Shyamalan’ın bir film yaparken dünyanın en önemli hikayesini anlattığını sanması gibi- sözlerde ve gitar partisyonlarında yer yer fiyaskoya dönüşebilir. Bunların hepsi This is War’da olabilir. Karanlık ve manasız, duygusal ve irrite edici olabilir. ‘Bitti her şey, dağılın’ diye fekalet tellalığını mutlu melodilerle yapabilir. Çelişebilir. Bu yüzden dünyanın en muhteşem albümü olabilir. En boktanı da olabilir. Belli olmaz.
Kafamı lava lambasından çıkararak yazmaya devam edersem yazdıklarım daha çok şey ifade edebilir sanırım. Evet. Ne şekilde gelirse gelsin, albüm epikliğinden zerre bir şey kaybetmiyor. Jared Leto bu soundtrack dehasını, şarkıyı yazarken bir film yazıyor gibi düşünme yetisini devam ettirdiği sürece albümleri bu görkemini korur. Beni de mutlu eder. Zaten Jared Leto’ya ayrı bir paragraf açmak lazım aslında. Bir insan düşünün Los Angeles’a geliyor müzik yapabilmek için. Bu sırada bu hedefine ulaşana kadar oyunculuk yapıyor. ‘Waiter job’ dediğimiz, oyuncu hayaliyle Los Angeles’a gelen zilyar tane insanın yaptığı ‘hayallere ulaşana kadar garsonculuk’ mesleği: Oyunculuk. Jared Leto olmak için nelerimi vermezdim. iPod’umu vermezdim heralde, ne biliym.
This is War. Albüm kapağı, sunuş şekli, albüm ismi etc. Stil çok önemli. This is War çok iddialı bir isim ve insanlar ‘poser’ diyor hem grup hem albüm için. Kısmen doğru, ama bu kadar şık yapabiliyorsa, bu kadar şık at koşturabiliyorsa bisikletli bir klibinde, daha ne. Bilmiyorum, bayrağı nedir, milleti nedir, kime karşıdır, albümde durduğu gibi teenager öfkesi körükleyen midir, yoksa kişisel laf salataları mıdır bilmiyorum. Ama ortada açılmış bir savaş var ve ben bu savaşa o kadar çok gitmek istiyorum ki. Ya da buralardan s.ktrolup gitmek istiyorum. Emin değilim.
Burdan grubun eşsiz videolarına da ulaşabilirsiniz:
Kings and Queens (Grubun yeni video klibi)
A Beautiful Lie
The Kill (The Shining etkilenimli)
Avatar - Best of 2009
12/18/2009
The Boat that Rocked!!!
Benim Adım Vasat Albüm
12/16/2009
Futurama
Biraz –‘biraz’ diyip ‘epey’ demek istemek- geç de olsa çizgi diziye başlamış bulunmaktayım. Gerçi her diziye geç başlıyorum ben. Dün gece üç bölüm izledim, ve evet muhteşem! The Simpsons gibi bir dizinin yaratıcısından kötü bir şey beklenmez zaten. Yanlışlıkla geleceğe, 3000li yıllara ışınlanan ex-delivery boy Fry’ın başından geçenler anlatılıyor. ‘Ex’ dedim ama bundan 10 asır sonra bile kendine yeni bir meslek edinmeyi başaramıyor, yine kargoculuk yapıyor. Fry’a eşlik eden diğer egzantirik karakterler şöyle diziliyor: Planet Express isimli uzay gemisinin tek gözlü kaptanı Leela. Sanırım Fry buna aşık oluyor bu arada. Kendisini karizmatik gösterdiği için puro, ve pillerini şarj ettiği için de alkolden vazgeçemeyen depresif, pasif-agresif robot Bender. Manyetik algılarıyla oynandığında muhteşem bir country şarkıcısına dönüşüyor –ki ikinci bölümün sonunda gülmekten çıldırma sebebimdir- ve yaşadığı evin gardrobu evin tamamından daha büyük :) Daha başkaları da var tabi de, üç bölüm izlemiş biri olarak sadece bunlar hakkında yazacak enerjiyi bulabildim. Ve son olarak;
“Shut that noise hole!”