Çok yazık, bundan sonra yapılacak hiçbir sci-fi, fantasy, savaş, kahramanlık vs filmini beğenmeyeceğim, ya da beğenmekte çok zorlanacağım. Neden mi?
Çünkü annemden bile çok sevdiğim Sigourney Weaver'ıyla, sakalına traş köpüğünü vurduğunda 'hayır yapma!!' diye bağırdığım Sam Worthington'ınyla, oynadığı karakterden olsa gerek kanımdan canımdan bir parça bildiğim M.Rordiguez'iyle, mükemmel görüntü yönetmenliğiyle, imdb'deki 8.9 puanıyla ve eşsiz hayalgücü karşısında bünyemi yerlere serdiren James Cameron'unyla Avatar, 2009'un ve belki de tüm yılların en önemli filmlerinden biri. 'Ne kadar değişik bir şey izleyebilirim ki' gibi gizli bir şüphe film öncesi beynimi kemirip durdu fakat böyle bir hayal gücü yok. İnsansanız -ki filmi izledikten sonra olmamayı dileyebilirsiniz- bu filme gidersiniz, ve biletin on katını ödemeyi önerirsiniz, bu kadar net.
Aslında klasik bir savaş kahramanlık vs. filminde görebileceğiz her şey var bu filmde. Tamamen beklendiği çizgide, şaşırtmadan gidiyor. Klişeleri saysan, gırla. Peki bu kadar gözleri yaşartan, insanın ağzını açık bırakan nedir: James Cameron'un yıllardır üzerine çalıştığı detaylardaki zenginlik. Bunun ekrana kusursuz yansıyışı ve bu detayların filmde işlenişi. Tam 2 saat 40 dakika boyunca bir hayal gördüğünüzü düşünün, oyunculardan biri sizinle dalga geçermiş gibi 'şu an yüzünün aldığı hali görmelisin!' desin, barış peşinde koşan asker 'elbet her rüya biter' dediğinde yumruklarınızı sıktığınızı düşünün, fosforlu -delirmiş görselllik- bir orman düşünün ve bu ormanın sizinle konuşan bir anakart gibi işlev gördüğünü düşünün. Pandora isimli bir gezegen düşünün ve burda yaşayan halk hayvanlarıyla direkt temasa geçebiliyor. Onlarla bağlantıya girmek için adeta antenlerini kullanıyor. Bu detayı ekranda gördüğümde gözlerim doldu.
Pandora halkının kızılderililerin diline çok yakın bir tonda ve vurguda konuşması, basit de olsa işlenmiş Amerika'nın skirmish - search and destroy tavrına giydirilen eleştiri vs vs...Her şeyi anlatıp içine etmek istemiyorum, sadece böyle bir filmin yapıldığı dönemde yaşadığımız için şanslı hissediyorum. Sadece ikran'ın üzerinde uçan bir yerlinin makinalı tüfekle insanların üzerine ateş açtığı sahne için bile şapka çıkarıyorum. Allah kahretsin. 10 üzerinden 2009.
4 yorum:
muhakeme gücümü sekteye uğrattığından ve beynim out-of-order modunda oluşundan sözlerine sadece amele gibim kafa sallıyorum:P
beni kendime,ırkıma ve türdeşlerime yabancılaştırdı- mor rüyalara daldırdı- "uyanamadım" daha!- ama "her rüya bitecek" nasılsa- hmmm dur yahu saçımı bir öreyim de "bağlanayım" şimdi;)))
hahhaha, kesinlikle. kedime bakıyorum, kuyruğuyla saçımı değdiriyorum birbirine..olmuyo :(
Şunu söylemek gerekir ki, James Cameron bu filmi en ince detayına kadar yazdıysa, Titanic zamanında kendisine yönelttiğimiz eleştirileri unutup: “Aman Jim dayı (—Jim diye isim de kısalttınız bakıyorum) biz senin değerini şey edemedik, gel sen bizi affet,” demek boynumuzun borcudur diye düşünmekteyim çünkü böyle bir hayal gücü bunu hak ediyor. Pandora’nın tasarımından, ormanındaki çılgın yaratıklarına; Omaticaya Halkı’nın sibernetik tanrısı Eywa’dan, fiber kabloları andıran atkuyruğu şeklindeki saçlarına her şey çok iyi düşünülmüş. Film boyunca hiçbir defa saate baktırmayan, hattâ film arasında bile ellerimizi ovuşturtup: “Hadi, hadi!” diye kendini özleten bir şâheser yaratan James Cameron’a öncelikle bunun için büyük bir alkış (—Alkışlamadılar değil mi? —Sanmıyorum).
(Devamı için: http://dortyuzotuzbes.blogspot.com)
süper :)
reklam kokan hareketlerini comment sayfasından uzak tut! :P
Yorum Gönder