3/25/2010

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları (Belgesel)



Bir ay kadar önce soundtrack albümünü satın almıştım, vizyondan kalkmadan nihayet bugün izleyebildik. 90 dakikalık bir belgesel söz konusu ve İstanbul'da çekilmiş görüntülerin kolajından oluşan bir sekansla başlıyor. Tüm o kakafoniden, tüm o İstiklal zıkkımından, o metropol çöplüğünden, zirvesi bulutlara gömülmüş koca bir dağın göründüğü kareye, Anadolu'ya, havanın ve oksijenin sesini duyabildiğimiz diyarlara öyle ani bir geçiş yapıyor ki film, dehşete düşmemek elde değil. Belgesel boyunca Anadolu'nun çeşitli yörelerinden, çeşitli kültürlerinden hem yürek burkucu, hem gülümseten enstantenelere şahit oluyoruz. Bu sırada bize sürekli eşlik eden şey ise o yöreden insanların çıplak sesleriyle söyledikleri, kendi enstrümanlarıyla çaldıkları ve daha sonra stüdyoda zenginleştirilmiş müzik oluyor.

Filmden çıkar çıkmaz söylediğim ilk şey şuydu: Şu ülke içersinde ne kadar farklı dans etme, şarkı söyleme, ağıt yakma, yas tutma, sevinme ve müzik yapma şekli var! Aralarından sadece bir sıradağ geçen iki şehrin insanları birbirinden farklı dans ediyor, farklı şeylere üzülüp seviniyor! Bu daha önce bilmediğimiz bir şey miydi? Tabii ki hayır fakat filmin başında da söylendiği üzere 'koca dünya -daha doğrusu koca 'west'- doğuda ne kadar enteresan kültür varsa onlara merak salarken' Anadolu her zaman isimsiz kalmış, geride kalmış. Dünyayı geçtim, Boğaz Köprüsü'nün iki yakasında şehircilik oynayan biz insanların Anadolu'ya ait çoğu şeyden bihaber olması ortadaki acı gerçeği daha da katlanılmaz hale getiriyor. Tunceli'den, Hatay'dan, yeşilini, sisini, Sümela'sını her gördüğümde nefesimi kesen Doğu Karadeniz'den, Kars'tan, Antalya'dan, Burdur'dan her yerden bir tutam görmek, duymak mümkün.

Duyguların iyice yoğunlaştığı finaldeki çalışma da usta ellerden çıkmış belli. Filmi bölümlere ayırır gibi sürekli araya giren teyzenin hikayesini de sonlandırıp tüyler diken diken gözler ıslak ıslak salondan çıkmak üzereyken bu sefer de şahane credits sekansına takılı kaldık. Sekiz yıllık çalışma sonrasında Nezih Ünen ve ekibi muazzam bir iş çıkarmış. Üzerinden tonlarca rengin, ırkın, sesin geçtiği Anadolu'nun acısını, yükünü sekiz yılda bulup, ellerinden geldiğince 90 dakikaya sığdırmaya çalışmışlar. Saygıyla eğiliyorum. Yazı bittiğine göre şimdi Blackberry mi alsam yoksa iPhone mu alsam diye Google'dan araştırabilirim. Yazı bitti ne de olsa.

Hiç yorum yok: