1/15/2010

The Road

‘Post apokaliptik şeyler izleyip keyiften gebericem, Fallout atmosferini hissedip en yakın saksıdan bir tutam toprak alıp yemek isticem, İnsanoğluna lanet edip toprak ana’ya (ki mother nature diyince daha karizmatik oluyo, yapacak bir şey yok) saygı duyup karşısında diz çökücem ve bir filmin sonunda daha 'lütfen artık dünyanın sonu gerçekten gelsin' diye dua edicem’ düşünceleriyle filmin başına oturulur. Dünyaya çok kötü şeyler olmuştur, kıyamet gelmiştir. Film bu görüntüleri göstermek yerine direkt aftermath şeklinde olaya bodoslama girer, seyirci de baş karakter eşliğinde (Viggo Mortensen’in oynamadığı, adeta ‘olduğu’) tüm bu olanları yaşamaya başlar. Artık karşısında manasız bir serüven vardır. Yola çıkmıştır. Doğadan çıkıp sağ kalmak mı, yoksa insandan kurtulup sağ kalmak mı daha zordur sorgulanacaktır (Mesela bu da İngilizce daha karizmatik oluyor mk ya; ‘Which one is more difficult, Surviving nature or men?’). Arada yaşanan flashback’ler –filmin sonuna doğru epey azalıyorlar, her şey daha bir geçmişte kalıyor çünkü sanırsam- ile geçmişteki acı dolu anılara, Charlize Theron’un donuk karakterine, bunalımdaki anneye dönülür. Sonuna kadar sürükleyici şahane bir film izlenir, post apokaliptik geniş açı sahneler görme hevesi kursakta kalır belki biraz ama gerek kullanılan renk tonuyla (baştan sona gri bir gök yüzü düşünün, her yerin, insanların gözlerinin bile kahverengi olduğunu düşünün), gerek mekanlarıyla ve bu mekanların detaylandırılmasıyla, gerek karşılaşılan tipler ve giyim kuşamlarıyla yeterince fallout atmosferi alınıp en yakın saksıdan bir tutam toprak yendiği için mutlu da olunur. Pek yeni bir şeyler söylemese de insanlığa dair bir kaç düşündürücü sahnenin olması bulunur. Klişe sonuçta ama çoğu klişe iyi olduğu için klişedir zaten denir. Yürek burkması gereken yerde burkuyorsa hele, bu filmde olması gerektiği gibi yerli yerinde ve çok başarılı sunulmuşsa tamamdır.

Garip cümle bitirişli yazıya son vereyim ve dünyanın sonuna direkt sesleneyim. Dünyanın sonu, lafım sana, direkt sana sesleniyorum: Gel artık lan! Ben de elime bir alışveriş arabası alıp hayatta kalmak için manasız yerlerde dolaşıp gizli bir depoda ananas konservesi bulup mutlu olmak istiyorum ya. Hayat çok acımasız. Eğer bir uzaylı ya da dünyanın sonunu görmezsem mutsuz ölücem, artık eminim bundan. To Do List’imin en tepesine yeni iki opsiyonel madde koyuyorum: 1-Uzaylı gör. 2-Dünyanın sonunu gör.

Viggo, go brush your teeth!

4 yorum:

Sofie dedi ki...

Go Brush your teeth! : Viggo Mortensen'in çilesi bitmeyecek sanırım.Sürekli at üstünde, bakımsız :)En son "Good" filminde görmüştüm insan rolü vermişler takım elbiseli bir beyzadeyi oynamıştı.Olmuştu da. Filme gelirsek "2012" den daha iyi bir senaryosu var.En azından takım elbisenin altından Superman kıyafetiyle çıkan naif bir baba saçmalığı yok -Cusack sözüm sana- bence dram dram bilim kurgu olmuş! 5 gün oldu izleyeli sahneler hala aklımda.İzledim,ibret bile aldım.

Armageddon dedi ki...

Al tabi, içtiğin bir gıdım suyun bile değerini bil!! :)

Sofie dedi ki...

Bugün dünya için ne yaptın :) Hayır dinime sövdün ama sorarlar adama müslüman mısın diye.Hıııı?

Unknown dedi ki...

filmin sonrasında yaşadığım over-sentimental trauma(!) sonrası frambuazlı kek yiyip vücuda serotonin salgılatma çabasına girişen ben-in çabaları sonuçsuz kaldı:S
--- kurşun kadar ağır geldi...