4/18/2012

CHRONICLE / THE DIVIDE / THE GREY

Gerçeküstü / Chronicle: Perdede çok iyi kotarılmış görsel efektleri için, el kamerasının o "tehlikenin tam ortasında" hissini bir iki yerde çok iyi verdiği için, beklemedikleri bir anda süper güçler edinen 3 arkadaşın başlarına gelebilecek şeyleri en doğal ve gerçekçi haliyle anlattığı için, uçma yeteneklerini ilk test ettikleri an ve başardıkları anın orgazmik keyfi için, tüm klişeleri başarıyla yerine getirip (gerçi New York veya San Francisco klişesi yok, bu sefer mekanımız Seattle), bazı yerlerde güldüren iyi esprileriyle keyifli bir pop corn seyirliği olduğu için izlenmeli. 

Aksi takdirde her süper kahraman filminde çığır açan bir senaryo bekliyorsanız, her Hollywood filmine "aman bu da klişedir kesin" diye tereddütle yaklaşıyorsanız, içeriği derin filmler dışında sinemanın keyif vermediği düşüncesindeyseniz, denemeyin bile. Paranızı sevdiğiniz bir filmin DVD'sine, vaktinizi de Demirkubuz'un filmlerinde kapılara yüklendiğini sandığınız ama aslında olmayan anlamları anlamaya çalışarak harcamanız daha mantıklı olacaktır, bilginize.

Mahşer Günü / The Divide: Frontiers isimli 'efsane'den hallice filmin yönetmeni Xavier Gens'in son filmi. Yine stilize vahşet, yine mükemmel müzik kullanımı ve hatta yine bir saç kesme sahnesi ile karşı karşıyayız. Bu adamın saç kesme ile nasıl bir davası var, çözmek lazım. Film şöyle: New York'ta bir nükleer saldırı sırasında 9 yabancı, yaşadıkları binanın bodrum katına sığınırlar. Yıkım dışarda mıdır, yoksa birbirini tanımayan bu insanların sığındığı klostrofobik bodrum katında mıdır, 2 saat boyunca bunu izliyoruz.

'Post-apokaliptik' lafını görünce kocaman kitlesel yıkım sahneleri veya dekorlar beklemeyin. 120 dakikanın 116'sı bodrum katında geçiyor, rakamları abartmak için vermedim, hakkaten öyle. Bazen ' ulan o zaman dizi olsaymış ya bu?' dedirten klip tadında melodramatik anlarla, bazen bayık diyaloglarla, bazen tırmanan gerilimle, bir şekilde sürekli bu bodrumdayız yani. Benim gibi 'geniş açı yıkılmış şehir manzarası' fetişlerine filmin sonunda çok ufak bir ödül de var. Filmin eksik yanı çok, yine de karanlık atmosferi, müthiş renkleri, bir iki karakterin yaşadığı teknik açıdan şahane fiziksel değişimi, sonlara doğru iyice tırmanan merak duygusu ve elbette 'melankolik-ama-aynı-zamanda-kan-gövdeyi-götürüyor' havası gibi önemli artıları var. Daha çok 'KAN' istiyoruz Gens abi, daha çok.

Gri Kurt / The Grey: E Liam Neeson film boyunca bilge adam pozisyonunda uçak kazasından hayatta kalanlar grubunu bir oraya bir buraya sürükleyip duruyor yahu? Uçak Alaska'ya düşmüş, şartlar o kadar imkansıza yakın ki, ağızdan veya burundan solumak yetmez olmuş, bir de üstüne taaa the day after tomorrow'daki yapay kurtlardan bile daha yapay alpha kurt ve yarenleri 'burası bizim mıntıka lan, basın gidin' diye bunlara musallat olmuş, Liam Neeson tipinde biri bilge bilge konuşacak, ne yapmamız gerektiğini söyleyip duracak, valla hiç durmam hazır da beynim soğuktan donmuşken adamın boğazını kesiverirdim oracıkta. Neyse, filme dönelim. Üç beş kişinin zorlu şartlar altında hayatta kalmaya çalışması Hollywood'un bu aralar ekmeğini bolca yediği klişelerden birisi. Klişe dediğin şey, işe yaradığı için klişe olmuştur ona da lafım yok ama bu filmde bazı yerler çooook sıkıcı geldi bana. Kurtların saldırıları ve saldırı şekilleri, karşılaşılan zorluklar vs ilgi çekici değil. Beni istisnasız her filmde etkileyen "duygusal flashback sahneleri" bile bu filmde bayık oldukça. Bunu izleyeceğim Vertical Limit'i izlerim daha iyi. Onda kurt yok belki ama kar var, soğuk var, heyecan var, gerilim var. Var da var.

Hiç yorum yok: