2/26/2012

BELLFLOWER - !f ISTANBUL


http://www.imdb.com/title/tt1242599/                        (for English, please scroll a bit further down)

Bu sefer kıyamete doğru sürüklenen şey dünya değil. Bu sefer sürüklenen, bir ilişki ve etrafındaki insanlar. Olurda bir gün dünyanın sonu gelir, kim avcı kim kurban belli olmaz bir ortam oluşur diye kendilerine post-apokaliptik bir araba ve flamethrower (alev üfleyen, ateş saçan, ateş sıçan?) silah yapacak kadar boş vakti olan iki arkadaşın ‘genç yetişkinlik’ dönemini izliyoruz. Bu gençlerden Woodrow (oynayan Evan Glodell, aynı zamanda filmin hem yazarı, hem de yönetmeni) bir kıza aşık olur ve olaylar gelişir. Filmin hikaye anlatımı pek hoşuma gitmedi belki ama kusursuz atmosferi ve görselliğinden ötürü bunu görmezden gelebilirim. Abartıya kaçmış gibi görünse de film boyunca kullanılmış aşırı parlak ve çok yoğun kontrastlı kareler, güneşi ve lens flare efektini kendi yüzünüzde hissettirecek kadar yakın çekimler ve pisleştirilip bozulmuş sarı/turuncumsu filtre bana yetmedi, bir 100 dakika daha izlerdim heralde. Glodell bas bas bağırıyor; ‘Arkadaşım, bu benim ilk filmim. Yazdım, yönetiyorum, oynuyorum, kamera kullanma stilim de bu!’ diyor. Jonathan Keevil’in 10/10’luk şarkıları da soundtrack’i de filmde olağanüstü bir atmosfer yaratmış. Film bitip de credits akmaya başladığı halde koltuğa yapışıp kaldığım nadir filmlerdendir.

This time it’s not the world that’s going apocalyptic, it’s a relationship and the people that are tied to it. Two ‘besties’, at their mid or late 20s, have enough free time to plan and build a Mad-Maxian car and a flamethrower to be the ruling gang if and when the apocalypse arrives. One of these young adults, Woodrow (acted by Evan Glodell, who is also the writer and the director of the film), falls for a girl and then shit happens. Maybe because Glodell didn’t really give a damn about the story, there are some points where my mind sent some ‘wtf?’s about what was going on in the film. However, the film is visually bizarre and AWESOME thanks to the excellent use of overbright and extreme contrast, distorted and dirty yellow/orange-ish lenses, and of course close-ups that put you right in the sunlight and lens flare. I could go 100 more minutes watching this deliciousness. It was like Glodell shouting on the stage, saying ‘Guys, this is my debut. I wrote, directed and acted in it. And this is my style!!’ What makes Bellflower even cooler is the 10/10 songs and soundtrack by Jonathan Keevil, which adds up to the  beautiful atmosphere, the bizarreness and awesomeness of Bellflower. I don’t usually remain seated after the end credits begin, but there are a few films that has made me. Bellflower was definitely one of them.

Hiç yorum yok: